Düşünür insan, bugünü, yarını, geleceğini. Neden yapar ki insan bunu. Yani neden sorgular insan hali hazırdaki hayatını geçmişini ve hatta geleceğini. İnsanın laneti midir bu. Anlaşılan o ki bu lanetten kurtulmanın çaresi yok. Tarihe, tarihten bize kadar ulaşan eserlere bakınca hemen anlaşılıyor ki atalarımız da kurtulamamışlar düşünme lanetinden. Daha insanlığın ilk dönemlerinde basit şekillerle mağara duvarlarına işlemişler düşüncelerini; biraz ilerleyince zaman heykellerle hikayelerle romanlarla şiirlerle tablolarla ifade etmişler arzularını ümitlerini endişelerini ve hatta eleştirilerini.
Nasıl bir lanettir ki bu tarih boyunca birçok düşünce meyvesi sunmuş insanlığa düşünebilme yetisi. Belki sorun mutlak olarak düşünebilme (şimdiyi, geçmişi, geleceği değerlendirme sorgulama) değildir. Öyleyse neden düşünme engellenir, kötü gösterilir? Herşeyin ötesinde insanı zora sokan mutsuzlaştıran yaşam zevkini azaltan bir terim olarak gelir kulağa? Öyle değilmidir? Mesela ‘eski köye yeni adet’ ifadesinden tutun da ‘boşver böyle gelmiş böyle gider’ ifadesinin teselli tonunda konuşma sonlarına eklenmesi hep bu mantığın yansımasıdır.
İşin aslı düşünme bir lanet değil aksine insan için paha biçilmez bir değerdir. Hatta denilebilir ki düşünmek insanlığın ortak ritüeli, ayini, ibadetidir. Düşünme ve buna bağlı olarak kavrama, anlam yükleme, eleştirme, alternatifler sunma ve daha onlarca zihni faaliyet insanlığın asla vazgeçemeyeceği en önemli varlığıdır. Matematikle, tarihle, coğrafyayla, astronomiyle ve daha bir çok alanla ilgilenen insanlık belki de işin en başında yapması gereken bir eğitimin yoksunluğunu yaşıyor bugün. Düşünmenin eğitimi ya da başka bir değişle düşünebilme sanatındaki ilkelerin bilinmemesi. Bu ilkeler olmadan düşünmeye yönelme ehliyetsiz araç kullanmaya benzer. Er ya da geç bir kaza olur ve fatura düşünmeye kesilir. O zaman esas olan bu ilkeleri bilme ve hayata geçirme cesaretidir ki o zaman insan hem çağını hem geçmişini anlar ve bununda ötesinde geleceğe paha biçilemez miraslar bırakır. Peki nedir bu ilkeler? Öncelikle düşünmede esas suçlamak, kötülemek, geçmişten intikam almak olmamalıdır. Hemen bunun ardından da önyargıları bir kenara bırakıp sorgulanamazlıklardan oluşan zihin kapılarını kırma aşamasına geçmek gerekmektedir.
Daha iyi bir dünya daha iyi bir toplum daha iyi bir gelecek hatta daha anlamlı bir geçmiş sağlıklı bir düşünce süreciyle mümkündür. Zira düşünemeyenler ön kabullerle yaşar, kendisine sunulan hayatı olduğu gibi kabul eder, geleneklerin dingin kalkanları altında geçirir hayatını. Bu insanların gelecek nesillere bırakabileceği orijinal ve ümit vadeden hiçbir mirasları olamaz. Ancak rahattır bu insanlar. Süregelen ön yargıların kutsallaştırdığı hayat kalesinde değişim canavarının girebileceği bir gedik açılmasına izin vermedikleri için rahattırlar. Ama bu yalancı huzurun bedeli bir birine tıpa tıp benzeyen problemlerle dolu, sıkıcı, sorgulanamaz kurallarla kuşatılmış asırlar yaşanmasıdır ki insanlığın başına gelebilecek en büyük felaket kabul edilebilir.
Öyleyse en başa dönelim. Düşünür insan. Yaşadığı anı düşünür, doğrusuyla yanlışıyla geçmişini düşünür ve hayal kurar insan geleceğini düşünür. Miras bırakacağı düşünce meyvelerinin hazzını içinde hissederek. Önyargılardan uzak yeniliklere açık, suçlama veya savunma güdüsüne teslim olmadan iyi niyetli bir kaşif heyecanı ve merakıyla düşünür. Anlam kazanır yaşadığı an, bir tecrübe hazinesi olur geçmiş ve en anlamlı hediyesi olur gelecek, atalarından gelecek düşünce meyvelerini bekleyen dünyanın gelecek sakinleri için.